Hollanda’nın Mülteci Politikaları: İnsani Krizin Derinleşen Yüzü
Yanlış entegrasyon politikalarının bir başka trajik sonucu ise gettolaşmadır. Hollanda’da birçok mülteci ve göçmen, büyük şehirlerin kenar mahallelerine sıkışmış durumda. Bu durum sadece toplumsal ayrışmayı derinleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda suç oranlarının ve radikalizmin artmasına da neden oluyor…
Baki Karadeniz / Amsterdam
Hollanda, son yılların en sert mülteci politikasını hayata geçirmeye hazırlanıyor. Bu karar, koalisyon ortakları arasında derin görüş ayrılıklarını su yüzüne çıkarırken, toplumun geniş kesimlerinde de yankı buldu. Sağ kanattaki partiler, sıkı sınır kontrolleri ve katı kabul şartları üzerinde ısrar ederken, sol partiler insan hakları ve insani yardım ilkelerine vurgu yaparak karşı çıkıyor. Özellikle Yabancılar Bakanı Faber, mevcut olmayan bir mülteci krizini büyüterek toplumu tedirgin ediyor ve Avrupa Birliği’nden Danimarka’ya benzer bir istisna talep etmek için zemin hazırlıyor.
Faber’in bu tutumu, Hollanda’nın geleneksel insani yaklaşımından ciddi bir sapmayı temsil ediyor. Konuya ilişkin kısa bir demeç veren Faber, “Hollanda’nın çıkarlarını korumak için acil önlemler almamız gerekiyor. Kapılarımızı kontrolsüz şekilde açamayız,” diyerek politikasını savundu. Ancak, başta Rotterdam’daki Afrikaanderwijk ve Den Haag’daki Schilderswijk olmak üzere mültecilerin yoğun yaşadığı gettolarda, bu politikanın toplumsal uyumu zedeleyebileceği endişesi hakim. Hollanda, bu sert politikanın uygulamaya geçmesiyle birlikte, Avrupa’nın daha katı göç rejimleri uygulayan ülkeleriyle benzer bir yola girmeye mi hazırlanıyor?
Son yıllarda Avrupa genelinde mülteci politikalarının giderek daha sert bir hale geldiğini hepimiz görüyoruz. Bu durum, özellikle Hollanda gibi ülkelerde ciddi insani krizlere yol açıyor. Hollanda’nın göçmen ve mültecilere yönelik tutumu, sadece siyasi çıkarların bir yansıması değil, aynı zamanda uzun yıllardır süregelen yanlış entegrasyon politikalarının bir sonucu. Bugün geldiğimiz noktada, bu sertleşen politikalar mülteciler için hayatı dayanılmaz kılarken, evrensel insan hakları ve hukuk devleti ilkelerini de tehlikeye atıyor.
Yanlış Yönlendirilen Entegrasyon Politikaları
Hollanda’da entegrasyon uzun zamandır tartışmalı bir mesele. Entegrasyon denildiğinde akla gelen şey, göçmenlerin ve mültecilerin kendi kültürel kimliklerini koruyarak, topluma katılması olmalıydı. Ancak ne yazık ki, Hollanda’nın entegrasyon politikaları bu kavramı çoğu zaman asimilasyonla karıştırdı. Farklı kültürleri zenginlik olarak görmek yerine, onları tek tipleştirmeye çalıştı.
Müslümanlar ve Afrikalı göçmenler, kültürel ve dini farklılıkları nedeniyle dışlandı, iş bulmada büyük zorluklarla karşılaştı ve eğitimde adil olmayan engellerle karşılaştı. Bunun sonucunda, göçmen toplulukları topluma tam anlamıyla entegre olamadı ve zamanla marjinalleşti. Hollanda’nın bu entegrasyon politikalarının başarısızlığı, bugün mültecilere daha da katı yasalarla fatura ediliyor.
Gettolaşma, Kriminal Suçlar ve Radikalizm
Bu yanlış entegrasyon politikalarının bir başka trajik sonucu ise gettolaşmadır. Hollanda’da birçok mülteci ve göçmen, büyük şehirlerin kenar mahallelerine sıkışmış durumda. Bu durum sadece toplumsal ayrışmayı derinleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda suç oranlarının ve radikalizmin artmasına da neden oluyor. Marjinalleşen insanlar, ekonomik ve sosyal dışlanmanın yarattığı çaresizlik içinde suç örgütlerine ya da radikal gruplara yönelme riski taşıyorlar. Bu tehlikeli döngü, entegrasyon sürecindeki eksikliklerin acı bir yansıması.
İltica Prosedürlerinin Uzunluğu ve Bekleyişin Yarattığı Kırılmalar
Bir mülteci olarak Hollanda’ya adım attığınızda ilk karşınıza çıkan şey, bitmek bilmeyen bir belirsizlik. İltica prosedürleri o kadar uzun ve karmaşık ki insanlar kamplarda yıllarca beklemek zorunda kalıyor. Bu bekleyiş, fiziksel olduğu kadar ruhsal bir yıkımı da beraberinde getiriyor. Bekleyen insanlar, hem kendi geleceklerini hem de ailelerinin durumunu sorgularken, umutsuzluk onları ağır bir yük gibi eziyor.
Kamplardaki yaşam koşulları da bu süreci daha çekilmez hale getiriyor. Bu insanlar, temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken dil öğrenmek ya da çalışmak gibi topluma kazandırıcı faaliyetlerden tamamen mahrum bırakılıyor. Dil öğrenme fırsatı olmayan bir mülteci, topluma nasıl adapte olabilir? Çalışma hakkı elde edemeyen bir insan, kendini nasıl değerli hissedebilir? Hollanda’nın bürokratik yavaşlığı, insanları pasif bekleyişin içine itiyor ve bu, entegrasyon sürecini neredeyse imkânsız hale getiriyor.
Dil Engeli ve Toplumdan Dışlanma
Dil öğrenmenin, bir ülkeye uyum sağlamak için ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Fakat Hollanda’da mülteciler, kamplarda yıllarca beklerken dil kurslarına erişmekte zorlanıyorlar. Bazıları için bu kurslar ya yetersiz kalıyor ya da erişilemez hale geliyor. Dil öğrenmeden nasıl komşunla konuşursun? Nasıl iş bulur, çocuklarının okulda ne yaşadığını anlarsın? Dil bariyeri, mültecileri toplumun geri kalanından izole ediyor ve onları tamamen dışlanmış hissettiriyor.
Çalışma Hakkına Erişememek
Mülteciler için bir diğer büyük sorun da çalışma izinlerinin ya hiç verilmemesi ya da aşırı bürokratik engellerle karşılaşmaları. Bu insanlar, çalışıp hayatlarını kazanmaya hazırken, yıllarca izin beklemek zorunda kalıyorlar. Çalışma izni olmadan ekonomik bağımsızlık kazanmak mümkün değil. Kendini üretemeyen bir insan, topluma nasıl katkıda bulunabilir?
Hollanda’nın mültecilere yönelik bu tutumu, sadece mültecilerin değil, genel olarak toplumun da zararına. Çünkü bu insanlar, bilgi ve becerileriyle topluma fayda sağlayacakken, kamplarda boş boş beklemek zorunda kalıyorlar.
Gettolaşma ve Radikalizmin Artması
Yanlış entegrasyon politikalarının en somut sonuçlarından biri gettolaşma. Mülteciler, büyük şehirlerin dış mahallelerine itilip, toplumdan uzaklaştırıldıkça, kendilerini daha fazla marjinalleşmiş hissediyorlar. Bu da onları hem psikolojik hem de sosyal olarak zor bir duruma sokuyor. Bu bölgelerde yaşayan insanlar, kendilerini çaresiz hissettiklerinde suç örgütlerine veya radikal gruplara yönelme riski taşıyor. Bu gettolaşma, sadece göçmenler için değil, Hollanda’nın sosyal barışı açısından da büyük bir tehlike.
Sınır Güvenliği mi? İnsani Yardım mı?
Hollanda, son yıllarda mülteci politikalarında sınır güvenliğine odaklanmış durumda. Bu, insani yardım ve mültecilerin temel haklarına erişimini ikinci plana atıyor. Mülteciler, savaş ve yoksulluktan kaçarak Avrupa’ya gelirken, denizlerde hayatlarını kaybediyor, sınır bölgelerinde korkunç trajediler yaşıyorlar. Hollanda ise sınırlarını korumak adına bu trajedilere göz yumuyor.
Bu politikaların bir sonucu olarak, mülteciler barınma, eğitim ve çalışma gibi temel haklardan yoksun bırakılıyor. Barınma sorunları nedeniyle Hollanda’da mülteci kampları dolup taşarken, insanlar insanlık onuruna yakışmayan koşullarda yaşamaya mahkûm ediliyorlar.
Geleceğe Yönelik Tehditler
Bu politikaların uzun vadede yaratacağı sonuçları görmemek imkânsız. Mülteciler toplumdan dışlandıkça, radikalizme ve suça yönelme riski artıyor. Eğitim ve çalışma haklarından mahrum bırakılan bireyler, çaresizlik içinde illegal yollara başvurma eğiliminde olabilirler. Bu durum sadece mülteciler için değil, Hollanda’nın toplumsal barışı ve güvenliği açısından da büyük bir tehdit oluşturuyor.
Bir Çıkış Yolu Mümkün mü?
Her şeye rağmen bir çıkış yolu hala mümkün. Hollanda, göçmenleri ve mültecileri bir yük olarak görmek yerine, onları topluma kazandıracak adımlar atabilir. Dil öğrenme imkanlarını artırmak, çalışma izinlerini hızlandırmak ve mültecilerin üretken bireyler olarak topluma katkı sağlamalarını desteklemek, hem mültecilerin hem de Hollanda’nın yararına olacaktır.
Sonuç olarak, mülteciler kamplarda beklemek yerine, bu ülkeye katkıda bulunabilecek bireylerdir. Yeter ki onlara bu fırsat verilsin.
Kaynak : NUPEL TV